Sabahları halsiz ve yorgun mu uyanıyorsunuz? Yeteri kadar uyumanıza rağmen uykunuzu iyi alamadığınızı mı düşünüyorsunuz? Vücudunuzda yaygın ağrı mı hissediyorsunuz? “Fibromiyalji sendromu” adı verilen ve halk arasında yumuşak doku romatizması diye adlandırılan bir hastalığınız olabilir.

Fibromiyalji Sendromu belirtileri nelerdir?

Son dönemde sıkça duyulan hastalıklardan biri haline gelen fibromiyalji, bireyin yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkileyen bir sendromdur. İş gücü kaybına yol açar. Yaygın kas ağrıları, aşırı yorgunluk, halsizlik, uyku bozukluğu ile seyreder. Özellikle sırt, boyun, omuzlar ve kalçalarda belirgin olmak üzere yaygın kas-eklem ağrısı en belirgin semptomdur.

Yorgunluk, depresif duygu durumu, uyku düzensizlikleri, dinlenmeden uyanma, hafıza problemleri, konsantrasyon sorunları, egzersize karşı dirençsizlik, ellerde ayaklarda uyuşukluk ve karıncalanma,  vücudun belli noktalarında hassasiyet, kabızlık veya ishal belirtileri arasında yer alır.

Fibromiyalji Sendromu kimlerde görülür?

Fibromiyalji Sendromu, kadınlar da erkeklere nazaran 3 kat daha sık görülür. Aile öyküsü olan kişilerde görülme sıklığı 13 kat artmıştır.  Bu hastalığın nedenleri tam olarak bilinmemesine rağmen genç kadınlar, ofis ortamında çalışanlar, stresli yaşam tarzı olanlar, aile öyküsü olanlar hastalık için risk altındadır.

Fibromiyalji Sendromu’nun tedavisi nedir?

Fibromiyalji Sendromu’nun tedavisinde hastanın bilgilendirilmesi ve eğitimi çok önemlidir. Tedavi uzun sürebilir ve bulgularda belirgin düzelme olana kadar hekimin düzenli takibi gerekebilir. Düzenli yaşam, stresten uzak durma, dengeli beslenme tedavinin ilk basamağını oluşturur. İlaç tedavisi ve fizik tedavi uygulamaları tedavinin temelini oluşturmaktadır. Bunlara rağmen yeterli oranda rahatlamayan hastalara Algoloji uzmanları tarafından girişimsel ağrı tedavileri uygulanabilmektedir.

 

Halk arasında eklem kireçlenmesi olarak da bilinen osteoartrit bir veya daha fazla eklemde ağrı, şişlik, hassasiyet ve hareket kısıtlılığı oluşturan bir rahatsızlıktır.

Osteoartrit kimlerde görülür?

İleri yaş, ailesel yatkınlık, kadın cinsiyet, kilo, eklemlerin aşırı ve yanlış̧ kullanımı bu hastalığa yakalanma olasılığını artırır. Hastalık ilerledikçe ağrı artarak, sürekli hale gelir. Eklemlerde ki bozulma şiddetlenir ve eklem hareketleri giderek daha fazla kısıtlanır.

Osteoartrit nasıl tedavi edilir?

Tedavide asıl hedef kas gücünü̈ artırmak için egzersiz yapmak ve ağrıyı azaltmaktır. Ağrı polikliniklerinde ilaç̧ tedavisine ek olarak eklemiçi tedaviler ile ağrınızı kesebilir, size önerilecek egzersizleri rahatça yapabilirsiniz. Ağrınızın esiri olmayın, hayatı yeniden tadın.

Boyun ağrısının en sık görülen nedeni boyun bölgesinde ki kaslarda ve bağlarda meydana gelen zorlanma, gerilme ve burkulmalar olup birkaç gün veya hafta içinde kendiliğinden iyileşir. Genellikle kasları zorlayan kötü bir pozisyonda uzun süre sabit durmak, örneğin bilgisayar başında geçirilen uzun saatler veya telefonu omuz ile baş arasında sıkıştırarak uzun süre telefon görüşmesi yapmak gibi durumlar buna neden olabilmektedir.

Sık görülen nedenlerden bir diğeri yanlış pozisyonda ve uygunsuz yatak-yastık kullanımında görülür. Boyun bölgesindeki kasların sertleşmesi sonucu sabah ağrıyla uyanılır. Spor yaralanmaları ve travmalarda boyun ağrısı yapabilmekte olup şiddetli ağrı, kola yayılma, kolda güçsüzlük, uyuşukluk, karıncalanma gibi ek şikayetlere neden oluyorsa hekime başvurulmalıdır. Ayrıca boyun bölgesindeki ağrılarınız hareketten çok etkilenmiyor ve ek olarak ateş, kilo kaybı gibi genel şikayetlerde beraberinde görülüyorsa mutlaka bir hekime görünmeyi ihmal etmeyiniz.

Boyun ağrısı ne zaman kronik ağrı sınıfına girer?

Boyun ağrısı, 3 aydan uzun süredir devam ettiği zaman kronik olarak kabul edilir. Bu durum omurga ve çevre anatomisindeki pek çok bozukluktan kaynaklanabilmektedir.

Bunlar arasında şunlar sayılabilir:

Sizin de 3 aydan uzun süren ve basit ağrıkesiciler, sıcak-soğuk uygulama gibi tedavi yaklaşımlarına yanıt vermeyen boyun ağrılarınız varsa hekiminize başvurup ağrının nedeninin saptanması ve buna uygun ileri tedavilerin uygulanmasını sağlayabilirsiniz.

Çocuklarda Akut lenfoblastik lösemi (ALL) en yaygın görülen tiptir. Hastalığın akut fazında pediatrik kanser hastalarının yaşam kalitesi bozulmaktadır. Günümüzde, kanser hastası çocuklarda Yaşam Kalitesi (QoL) ölçümü, çocukların ve ailelerin refahının sağlanması için önemli bir değerlendirmedir. Farklı yaşam kalitesi boyutlarını değerlendirerek ve farklı tedavi aşamalarında, çocukların ve ailelerin beklentilerinin saptanması lösemili çocukların ve ailelerinin endişelerini gidererek yaşam kalitelerinin iyileştirilmesine yardımcı olmaktadır.

Yaş, cinsiyet, tanı ve tedavi şekli ne olursa olsun yaşam kalitesinin tüm yönleri tanıdan hemen sonra etkilenmektedir. Çocuklarda ve adolesanlarda, azalmış organ fonksiyonu, zayıf psikolojik durum, özellikle anksiyete ve depresyon şikayetiyle, kanser tanısından sonraki ilk 3 ila 6 ay içinde şikayetler artar ve yaşam kalitesi bozulur. Pediatrik kanser hastalarında QoL bozulmasının temel nedenleri; ağrılı klinik müdahaleler, cerrahi, yoğun kemoterapi ve hastaneye yatıştır.

Kanserli çocukların yaşam kalitesinin fiziksel, duygusal ve sosyal boyutları, çocukların yaşına, cinsiyetine, tanılarına ve tedavi tipine göre farklılaşmaktadır. Kız çocuklarında erkeklere göre daha düşük bir yaşam kalitesi gözlenmiştir.

Tanıdan hemen sonraki dönemde ve tedavinin ilk aylarında lösemili çocuklarda yaşam kalitesi (QoL) bozulur. Bu kısmen tedavi sırasında uygulanan yüksek agresif kemoterapi protokollerinin yanı sıra, komplikasyonlarına da bağlanmaktadır. İlginç bir şekilde, lösemi tanısından sonraki ilk yıl boyunca gözlemlenen QoL’larında gözle görülür bir değişiklik vardır. Aksine, beyin tümörlerinden muzdarip çocuklarda, kemoterapi çok agresif olmadığından, QoL, tanıdan sonraki ilk dönem ve tedavinin ilk yılı boyunca önemli ölçüde etkilenmez. Bununla birlikte lösemili çocuklar, azalmış fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal işlev nedeniyle tedavinin ilk yılından sonra daha düşük QoL ifade ederler. Çocukların ve ergenlerin bilişsel ve sosyal işlevlerinde, özellikle tanı sonrası ve tedavi sırasındaki anne-baba desteği, çocuk ve ergenler için iyi bir yaşam kalitesi ile ilişkili bulunmuştur,

 

Her yaş grubunda görünse de lösemi en çok çocukluk çağında görülen kanser tipidir. Hastanın kemoterapi görmesi sonucunda saçlarında dökülme, ağız içinde yara ve kan hücrelerindeki ölümlerden dolayı bağışıklıkta azalma görülebilir.

Hastanın kanser tedavisi devam ederken ağrıları için algoloji (ağrı) uzmanlarına başvurması uygun olur. Özellikle lösemiye yakalanmış çocuklarda görülen baş ağrısı ve kemik ağrısı tedavisi mutlaka yapılmalıdır. Lösemiye yakalanan çocuklarda yaşam kalitesini arttırmak son derece önemlidir.

Meme kanseri, dünya genelinde kadınlar arasında en yaygın kanser türüdür. Geçtiğimiz 40 yıl içinde meme kanseri teşhisi konan hasta sayısı dört katına çıkmıştır. Kanser hastalarında ağrı, hastalığın seyri sırasında herhangi bir zamanda mevcut olabilse de, genellikle hastalık ilerlemesi ile artar ve ileri evre kanserli hastalarının % 75-90’ı ciddi ağrı bildirmektedir.Meme kanseri olan hastalarda, kanserin kendisinden ya da tedavinin bir yan etkisi olarak ağrı hissedilebilir. Meme kanserine bağlı ağrı genellikle hastalığın evresi ile ilişkili görülmektedir. Erken evrede memedeki kitle ağrısız olabilir. Fakat ileri evrede veya kemiğe metastaz yaparsa, keskin ağrılarla karşılaşabilirsiniz. Kanser ağrısı, farklı ağrı mekanizmalarını harekete geçiren çok sayıda fiziksel bileşene sahip olan karmaşık bir kronik ağrıdır. Bu nedenle, kanser ağrısı olan hastaların tedavisinin çok yönlü olması ve ağrı kesici (analjezik) ve yardımcı ağrı kesici (adjuvan) ilaçların uygun bileşimleri, psikolojik ve sosyal desteği ve özel kanser tedavilerini içermesi beklenmektedir. Bu hekim açısından, bir hastanın ağrısının bireysel bileşenlerinin dikkatli bir şekilde değerlendirilmesine ve tedavi proğramının bireyselleştirilmesine dayanır1,2,3,4.

Kanser Ağrısının Yönetiminde Amaç ve Hedefler

Kanser ağrısının tedavisine başlarken, hastalarla ve bakım verenleriyle diyaloğun oluşturulması ve tedaviden beklentileri açıkça tanımlamak önemlidir. Genellikle amaçlanabilecek dört ağrı kesici seviyesi tanımlamak mümkündür:

1-Dinlenme ve uykuyu sağlamak için gece boyunca kontrol edilen ağrı.

2-Gün boyunca istirahatte kontrol edilen ağrı

3-Sınırlı hareketlilik ile ve tam hareketlilikle kontrol edilen ağrı

4-Bakıcıların desteklenmesi ve teşvik edilmesi

Kanserli çok az hasta ağrı kesici tedaviye ihtiyaç duymaz4.

Tedavi Seçenekleri

Ağrı yönetiminde, ağrının azaltılmasına ve yaşam kalitesinin artırılmasına odaklanılır. Ağrı yönetimi, kanser hastaları için özellikle önemlidir, bu hastalar yaşam kalitelerini ciddi etkiliyen ağrı deneyimi yaşamaktadırlar4.

Farmakolojik (ilaç) Ağrı Yönetimi

Çoğu hastada ağrı kontrolü için, düzenli analjeziklerle (ağrı kesiciler) müdahale gerekmektedir. Analjezikler ağrı giderici aktiviteye sahiptir ve ağrının fizyolojik mekanizmaları üzerinden çalışırlar. Adjuvan (yardımcı) analjezikler, ağrı dışındaki durumlar için kullanılan, fakat kullanıldıklarında hastada analjezi oluşturan ilaçlardır.4

Kanser ağrısına yönelik analjeziklerin kullanımı iyi bilinmektedir ve Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1986 yılında kanser ağrısı için ilaç seçiminde basamak tedavisini önermiştir. DSÖ analjezik merdiveni-basamak tedavisi, ilaç sınıflarını (opioid olmayanlar, hafif ila orta şiddette ağrı için opioidler, orta-şiddetli ağrı için opioidler, adjuvanlar gibi) ifade eder4.

(Aşağıdaki tabloda DSÖ Analjezik Merdiveni-Basamak Tedavisi yer almaktadır)

DSÖ Analjezik Merdiveni-Basamak Tedavisi (1986)

Kanser hastalarında birincil basamakta hekimler tarafından tercih edilen parasetamol, en basit ve güvenli ağrı kesicilerdir birisidir. Yine birinci basamakta kullanılan steroid olmayan inflamasyon önleyici ilaçlar (NSAİİ), kanser ve kanser dışı ağrılarda hastaların sık olarak kullandıkları (bazen aşırı, kontrol dışı) ilaçlardır ve etkili olmakla birlikte en önemleri dezavantajları böbrekler, sindirim sistemi, kalp ve dolaşım sistemi üzerinde yan etki oluşturmalarıdır. Adjuvan (yardımcı) olarak en çok depresyon önleyiciler ve epilepsi tedavisinde tercih edilen bazı ilaçlar kullanılmaktadır. Bu ilaçlar, kanser hastalarında sinir sistemi ile ilişkili (nöropatik) ağrı tedavisinde kullanılmakla birlikte bilişsel rahatsızlık, uyuşukluk, mide bulantısı ve baş dönmesi oluşturabilirler.

Opiod grubu olarak adlandırılan ilaçlar arasında; opioid reseptörleri üzerinden etki eden morfin, oksikodon, fentanil (halk arasında ağrı bandı olarak bilinmektedir) güçlü ağrı kesiciler yer almaktadır. Basit ağrı kesiciler ile kontrol altına alınamayan ağrı varlığında hekimler tarafından hastalara reçete edilmektedirler. Bu ilaçların dozları, etkin ağrı kontrolünü sağlayan doz tespit edilene kadar hekim tarafından yavaşça arttırılır. Erken dönemde baş dönmesi, bulantı, kusma, sersemlik hissi oluşabilirse de ilaç ilişkili bu yan etkiler kısa dönemde düzelecektir. Hekimin bakım veren kişiye bu yan etkiler doğrultusunda bilgi vermesi ve bu sürecin geçici olabileceğini bildirmesi durumunda, yanlış tedavi sonlandırılmasının önüne geçilebilir. Ağrı hekimleri olarak sık karşılaştığımız bir yanlış bilgi ise; bazı hasta yakınlarının ağrı bandını kullanmak istememeleridir. Bakım verenlerin hastalığı hastadan gizleme çabaları ve bandın artık son döneme gelmiş hastalara veriliyor yanlış algısı ile hastalara kullanmak istememeleri, hastanın bu dönemde ağrı çekmesine yol açmaktadır. Öncelikli olan bu dönemde hastaların mümkün olan en konforlu hayatı yaşayabiliyor olmalarıdır.

Kaynaklar

1-Breast cancer pain management – A review of current & novel therapies, Aanchal SatijaSyed Mehmood Ahmed, et all., Indian J Med Res. 2014 Feb; 139(2): 216–225.,

2-Assessment of pain, acceptance of illness, adjustment to life with cancer and coping strategies in breast cancer patients, Aleksandra CzerwUrszula Religioni, et all., Breast Cancer. 2016; 23: 654–661.

3-Cancer Pain: Causes, Consequences, and Therapeutic Opportunities, Patrick W. MantyhWall & Melzack’s Textbook of Pain, Chapter 72, 1029-1038.

4- Cancer Pain: Treatment Overview , Peter Hoskinand Karen Forbes, Wall & Melzack’s Textbook of Pain, Chapter 75, 1075-1091 (4),

5-Pharmacological Management of Cancer Pain in Adults National Clinical Guideline No. 9, National Clinical Effectiveness Committee, Kasım 2015,

Dr. İlteriş Ahmet ŞENTÜRK

Algoloji Uzmanı, Kanuni Sultan Süleyman Eğitim Araştırma Hastanesi, Algoloji Kliniği, İSTANBUL

Meme kanserinde olduğu gibi, çoğu kanser ilişkili ağrılar ilaçlarla etkili bir şekilde azaltılabilinir. Fakat ilaç tedavisi yeteri kadar rahatlatmazsa veya yan etkileri bir sorun olmaya başladığında, farmakolojik olmayan yaklaşımlar kullanılır. Basamak tedavisi (DSÖ) (opioidler, nonopioidler, adjuvanlar) sonrası hala %30 hastada ağrı sağaltımı sağlanamamaktadır. Bu durumda çare, algolojik ve nöroşirurjikal invazif teknikler olmaktadır.
Girişimsel (invazif) ağrı tedavisi, şiddetli kanser ağrısının sağaltımında önemlidir, Kanser ağrısı tedavisinde ağrı uzmanları (algologlar) invazif teknikler ile ağrı sağaltırlar. Böylece;
*Ağrı kontrolünü sağlarlar
*Yan etkileri azaltırlar, maliyeti düşürürler
*Fonksiyonel kapasiteyi, fiziksel ve psikolojik durumu artırırlar
*Kanser hastalarının yaşam kalitesini artırırlar
Sinir blokları
Akut ve postoperatif ağrı ile bazı kronik ağrı problemleri için, geçici sinir blokajları rahatlama sağlayabilir. Çoğunlukla sinirlerin çevresine lokal anestezik madde enjekte edilerek yapılır. Anestezik ilaç, beyine ağrı sinyalleri gönderilmesini keserek hızlı olarak ağrıyı keser. Bu teknikler geçici veya kalıcı süreler planlanarak uygulanabilir. Genelde algoloji veya anestezi uzmanları tarafından uygulanır.
Epidural ve intratekal pompalar: Çoğunlukla şiddetli, sürekli ağrı kesici ihtiyacı olan veya ağızdan alınan ağrı kesicilerle kontrol altına alınamayan durumlarda tercih edilir. Epidural veya intratekal pompalar bir kese içine taşınır ya da deri altına yerleştirilir. Bu sayede sürekli ilaç verilebilir.
Nörocerrahi Yaklaşımlar
Ağrının kontrol edilemediği durumlarda; omurilikte beynin ağrı uyarılarını iletmekten sorumlu olan sinirleri devre dışı bırakılarak nöroşirürjikal teknikler uygulanabilir.
Kanser hastalarında analjezik tedavinin amacı, hastaya zarar vermeden ve yan etki yaratmadan ağrıyı giderebilmektir. Medikal tedavi ile meme kanseri ağrısı da dahil olmak üzere hastaların %75’inde ağrı sağaltımı sağlanabilmektedir. Girişimsel ağrı tedavileri ile ağrı sağaltımı %95-98 oranına çıkarılır. Hastalık ilerledikçe birçok hastada ağrı tedavisi ve analjezik gereksinimi değişebilir. Eğer ağrı sağaltımı tüm uğraşlara rağmen sağlanamıyorsa, hastalar bu konuda çalışan ağrı uzmanlarına yönlendirilmelidir. Bu yöntemler ile hastaların ağrısı ve sıkıntısı uzun süreli azaltabilinir.
Meme kanserli ve ağrılı olan hastalarda invazif ağrı tedavisi öncesi hastalardan anamnez almak çok önemlidir. Anamnezde; ağrı kalitesi, ağrının lokalizasyonu, bölgesi, tek taraflımı veya dermatomal mı olduğu, yaygınlığı, medikal tedavinin etkinliği, mevcut tedavinin yan etki profili sorulmalıdır. Ayrıca, dikkatli bir fizik muayene, emosyonel durumun, kişiliğin ve çevresi ile ilişkilerinin değerlendirilmesi gereklidir.
Somatik sinir blokları
Ağrılı durumlarda somatik sinirlerin lokal anesteziklerle ve morfinle bloğu sık kullanılmaktadır. Interkostal blok, brakiyal pleksus bloğu, koldaki değişik sinirlerin blokları ve kemik metastazlarında nörolitik enjeksiyon gibi somatik sinirlerin nörolitik ajanlarla blokajı uygulanabilir.
Sempatik Sinir blokları
Stellat gangilon bloku: Meme kanserine bağlı sempatik kökenli ağrı sempatik bloklar ile ortadan kaldırılabilir veya azaltılabilir. Stellat gangliyon alt servikal ve birinci torasik sempatik ganglionun birleşmesinden oluşur. Subklavyen arterin arkasında, vertebral arterin çıkış yerinde, karotis kılıfının arkasında, longus kolli kasının ventralindedir. Etkinin uzun süreli olması için ya absolu alkol veya %6’lık fenol soluyonu gibi nörolitik ajanlar ya da Radyo Frekans (RF) termokoagülasyon yöntemi kullanılmalıdır. Pnömotoraks, reküren sinir paralizisine bağlı ses kısıklığı, vertebral arter içine lokal anestezik enjekte edilirse konvülsiyon gelişebilir. Enjeksiyon tarafındaki brakiyal pleksusda da blok gelişebilir.
Subaraknoid blok
Subaraknoid nörolitik ajan enjeksiyonu, meme kanserine bağlı ağrılarda etkili bir ağrı kontrol yöntemidir. Tek taraflı, birkaç segment ile sınırlı ağrılarda kullanılması uygundur.
Nörolitik bloklar: nossiseptif tipteki ağrılarda etkilidir. Kansere bağlı ağrıyı reverzibl fakat uzunca bir süre giderebilir. Kanserli hastalarda, deaferantasyon ağrısı oluşabilir. Nörolitik bloklarda tam olmayan sinir tahribi, nöraljik tipte ağrı oluşturabilir. O nedenle etkin blokaj yapılmalıdır. Blok uygulamadan önce hastaya ağrısının tek bir blokla geçmeyebileceği, işlemin birkaç kez tekrarlanması gerekebileceği hatırlatılmalıdır.
Subaraknoid absolü alkol: Enjeksiyon, ağrılı bölgeyi innerve eden sinirlerin medulla spinalisten çıkış yerlerinde yapılır. Hasta ağrılı tarafı üste gelecek şekilde ve 450 öne doğru yan yatar. Böylece alkol yalnızca üstteki arka kökleri etkiler. Ağrı, 2 hafta -3 ay kadar azalır. Bazen bu süre 4-12 aya kadar uzayabilir.
Subaraknoid fenol: Fenol, myelinsiz ince C liflerini tahrip eder, etkisi geçicidir. Fenolün meydana getirdiği blok süresi alkolden daha kısadır. Daha alt veya üst düzeyden ponksiyon yapılıp solüsyon hastanın pozisyonu değiştirilerek istenilen bölgeye yönlendirilebilir. Fenol ile intratekal blok için hasta ağrılı tarafı alta gelecek şekilde 450 arkaya doğru yan yatırılır. Böylece yalnız alttaki arka sinir kökleri etkilenir. Deneyimli ellerde bile fenol ve alkol ile ağrı sağaltım oranı yaklaşık %60’tır. İşlem sonrası, intratekal enjeksiyonda görülebilen spinal başağrısı ve mekanik sinir hasarı olası komplikasyonlardır. Sonucunda motor parezi, sfinker kaybı, dokunma-derin duyunun bozulması görülebilir. Teknik dikkatli uygulandığında komplikasyon oranı %1-14’dır. Bu bölgede yapılan enjeksyonlara bağlı mesane paralizisi, parestezi ve nöraljiler bildirilmiştir.
Epidural nörolitik madde enjeksiyonu: Meme kanserine bağlı gögüs, boyun, omuz ve koldaki ağrılar için subaraknoid yöntem iyi seçenektir.Tümörün intratekal bölgeye invaze olması girişim sırasında kanamaya neden olup, omurilik basısı ile nörolojik bozukluk hatta quadripleji oluşturabileceğinden; epidural nörolitik blok yapmadan önce miyelografi, bilgisayarlı tomografi veya MRG yapılması önerilir. Epidural bölgenin yapısının bozulması da nörolitik solüsyonun önceden tahmin ve kontrol edilemeyen şekilde yayılmasına yol açabilir. Standart teknik kullanılarak bir epidural kateter yerleştirilir. Konrast madde ile skopi görüntüsü ile kateterin yeri saptanır. Test dozda yerel anestezik enjekte ettikten sonra %5-10’luk fenolden küçük doz enjekte edilir.
Spinal opioidler
İntraspinal sistemlerde etkinlik için; Hasta seçimi, kullanılacak malzemenin (sistemin) özellikleri, ilaç uygulama yolunun seçimi, ilaç seçimi, kullanılacak malzemenin maliyeti, komplikasyonlar değerlendirilmelidir.İntratekal uzun süreli infüzyon arzulandığında, sistemik opioid tedavisi, yetersiz ilaç cevabı ve istenmeyen yan etkilerin varlığında, nörolitik bloklar, diğer tedaviler ile ağrı sağaltımının sağlanamaması durumlarında invazif ağrı tedavisi olarak, spinal opioidler uygulanır.
Spinal sistemler için kontrendikasyonlar
ν Sistemik enfeksiyon
ν Kullanılan malzemelere bilinen allerji,
ν Önerilen ilaçlara bilinen allerji,
ν Artmış kafa içi basınç,
ν Kognitif bozukluklar,
ν Kanama bozuklukları,
ν Giriş yerinde tümoral kitle,
ν Aile ve sosyal yardımın olmaması,
ν Sosyoekonomik problemler
İlaç uygulama sistemleri
Perkütan kateterler,
¥ Eksternal HKA pompası ile ilaç uygulanacak, subkutan cerrahi ile yerleştirilen kateterler,
¥ Cerrahi ile yerleştirilen, subkutan porta bağlı kateterler,
¥ Sabit hızda ilaç veren, subkutan olarak yerleştirilen infüzyon pompasına bağlı kateterler,
¥ Programlanabilir infüzyon pompasına bağlı, cerrahi olarak yerleştirilen kateterler
Spinal ilaç uygulama sistemi tercih yapılırken; Duranın, enfeksiyonun subaraknoid alana yayılmasını engelleyen önemli bir bariyer olduğu, epidural uygulama ile daha az nörotoksisite oluştuğu hatırlanılmalıdır. Spinal morfin ile, daha tatminkar ağrı sağaltımı sağlanır, daha az volüm ve doz ile daha iyi analjezi sağlanırken, daha az yan etki görülür.
Kanser ağrısını gidermede intratekal ve epidural yoldan devamlı opioid infüzyonu ağrı tedavisiyle uğraşan hekimler arasında yaygın kullanılan yöntemdir.
1. Tünelize kateterler; 80’li yılların başından beri kullanılmaktadır, basittir ve kolayca uygulanır, enfeksiyon riskini düşürür. Kateterin epidural aralığa yerleştirilmesinden sonra bir miktar cilt altından geçirilip dışarı çıkarılması yani tünelize edilip, enjeksiyonların kateter ucuna yerleştirilecek bir bakteri filtresi aracılığıyla yapılmasıdır.
2. Epidural veya subaraknoid aralığa yerleştirilen kateterin cilt altından geçirilerek toraks ön, yan tarafına getirilmesi ve cilt altına yerleştirilen bir port’a bağlanmasıdır. Burada sistemin tümü cilt altındadır. Enjeksiyon, özel uçlu iğneler ile porta girilip yapılır. Portların, epidural ve intratekal yerleştirrnek için değişik modelleri vardır.
3. Yarı otomatik veya otomatik pompadır. Yarı otomatik pompalar; güvenilir, aşırı bakım gerektirmeyen ve enfeksiyon riski düşük sistemlerdir. Ancak çok pahalıdırlar, dolayısıyla uzun bir yaşam süresi beklenen olgularda kullanılmaları uygundur.
Perkutan kordotomi
Meme kanserine bağlı tek taraflı kol ve göğüs duvarı ağrılarında %90 başarılı olan bir yöntemdir. Tek taraflı ağrısı olan kanserli hastalar, kordotomi için en uygun hastalardır. Hasta uyanık iken, lokal anestezi altında yandan C 1-2 aralığından myelografik ve empedans kontrolü ile omuriliğin anterolateral bölgesinde spinotalamik yol saptanır. Piramidal yolun hasarını önlemek için test stimulasyon yapıldıktan sonra RF termokoagülasyon yöntemi ile 800 , 3 defa 10 saniye lezyon yapılır. Kol, göğüs ağrıları için hedef bölge anteromedial lateral spinotalamik yolaktır. Skopi kontrolü ile uygulanan kordotomide (klasik yöntem) İpsilateral hemiparazi, dizestezi, parestezi, Horner sendromu, sempatik tutuluşa bağlı ortostatik hipotansiyon, geçici mesane işlevi bozukluğu ve en önemlisi uyku apnesi gibi komplikasyonlar olabilir. Girişim bilgisayarlı tomografi eşliğinde yapıldığında bu komlikasyonlar çok azalır. O nedenle kordotominin bigisayarlı tomografi altında yapılması önerilir.

Prof. Dr. Osman Nuri AYDIN

MD, FIPP
Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Algoloji Bilim Dalı

Kanser tanısı konma oranı gittikçe artmaktadır. Her ne kadar kanser tanısı konan kişi sayısı artsa da tedavideki gelişmelerle hayatta kalan kanserli insan sayısı da artmaktadır. Kanser tedavisinin en kolay ve başarılı yolu, kanser gelişimini önlemek ve erken teşhistir.

Kadınlarda en sık rastlanan kanser türü meme kanseridir. Değişik coğrafi bölgelere göre sıklığı değişmekle birlikte yaşam boyu meme kanseri geliştirme riski %8 ile %12 arasında değişmektedir. Meme kanseri sıklıkla 50-60 yaş aralığında saptanır. Her ne kadar bir takım risk faktörleri tanımlanmış olmakla birlikte meme kanserinde kesin sebep bilinmemektedir.

Risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir:

1-Kadın cinsiyet (meme kanseri kadınlarda erkeklere göre 100 kat faladır),

2-İleri yaş,

3-Ailede genç yaşta meme kanserinin olması,

4-Erken yaşta adet görmeye başlanması,

5-Geç menopoz,

6-Çocuk doğurma yaşının ileri olması (30 yaş üzeri),

7-Hormon tedavileri,

8-Fazla kilolu olmak,

9-Göğüs bölgesine radyoterapinin uygulanmış olması ve

10-Genetik değişiklikler (örneğin BRCA1/2 mutasyonu)

Meme kanserine özgü bir belirti olmamakla birlikte meme kanseri belirtilerini şu şekilde sıralayabiliriz:

1-Memede ele kitle gelmesi,

2-Koltuk altında şişlik,

3-Meme ucunda veya meme derisinde çekilme,

4-Meme ucundan akıntı gelmesi ve

5-Ağrı

Hiçbir şikayet olmasa da meme kanseri kadınlarda saptanabilmektedir. Meme kanserinin erken saptanabilmesi için kırk yaş öncesinde (20 yaşından itibaren) kişi kendisini ayda bir muayene etmeli ve 1-3 yılda bir doktor muayenesi yaptırmalıdır. Kırk yaş sonrasında ise yine aylık kendi kendine muayene etmeye devam edilmeli, yılda bir mammografi ve doktor muayenesi yapılmalıdır. Yüksek risk grubunda bulunan kişilerin mammografi takipleri 40 yaş öncesinde başlatılmalıdır. 25-30 yaş civarında radyolojik olarak takibi gereken kişiler (göğüs bölgesine radyoterapi almış kişiler, ailesinde çok genç yaşta meme kanseri öyküsü olan kişiler gibi) meme magnetik rezonans (MR) ile taraması yapılmalıdır.

Meme kanserinden ve diğer tüm kanser riskini azaltmak için sedanter yaşamdan uzak durulmalı, bol egzersiz yapmalı, fazla kilolu olmamalı, mevsiminde sebze-meyve tüketmeli ve mümkün olduğunca katkı maddeleri içeren gıdalardan uzak durulmalıdır. Meme kanserinden korunmak için ayrıca hormonlara maruziyeti azaltmak gerekir, 30 yaşından önce çocuk doğurulmalı  ve radyasyondan kaçınmak gerekir.

Kişilerin meme kanseri riski Gail metodu (kişinin ilk adet yaşı, ilk doğum yaptığı yaş, daha önce meme biyopsisi yapılmış olması ve aile öyküsü) ile hesaplanabilmektedir. Yaşam boyu meme kanseri riski %20’nin üzerinde olan veya 5 yıllık meme kanseri riski %1,7’den yüksek olan kişilere koruyucu amaçla ilaç başlanabilir. Burada kullanılabilecek olan ilaçlar tamoksifen, raloksifen ve aromataz inhibitörleridir.

BRCA 1 veya 2 mutasyonu taşıyan kişilerde meme kanseri ve over kanseri riski yüksek olduğundan kişi çocuk doğurduktan sonra bu kanser risklerini azaltmak amacı ile cerrahi yöntemlerle meme ve yumurtalıkların alınması gündeme getirilmelidir.

Meme kanserinden ölüm riskinin son 25 yılda giderek azalmasının nedeni olarak meme kanseri taraması ve tedavide kaydedilen ilerlemeler sayesinde olduğunu söyleyebiliriz. Son zamanlarda özellikle HER-2 pozitif meme kanseri hastalarının tedavisinde kullanılan trastuzumab, TDM1 inhibitörleri (trastuzumab emtansin) ve pertuzumab hastalığın tedavi olma oranını arttırdı ve yaşam süresini uzatmıştır.

Son zamanlarda immünoterapi ile ilgili çok sayıda çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların bir kısmı meme kanserli hastalarda yapılmakta ve meme kanserinde de immünoterapinin önemli bir yer tutacağı bu çalışmalarda görülmektedir.

Prof. Dr. Aziz Yazar

Acıbadem Altunizade Hastanesi

Tıbbi Onkoloji Bölümü

 

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir. Ülkemizde yaklaşık her 10 kadından biri yaşam boyunca meme kanserine yakalanmaktadır. Meme kanseri yaşın ilerlemesi ile görülme oranı artmaktadır. Bu nedenle 40 yaşından sonra meme kanserinin erken tanısı için yıllık mamografi, doktor muayenesi ve aylık kendi kendini muayene yöntemlerini uygulamak gerekir. Bu yöntemlerle meme kanserini erken yakalamak mümkün olacaktır. Erken tanı konmuş meme kanseri tamamen tedavi edilebilen bir hastalıktır.

Meme kanseri, meme parankimini oluşturan süt yapan hücreler veya süt kanallarını oluşturan hücrelerin amaçsız ve kontrolsüz olarak çoğalmasıdır. Hücrelerin çoğalması ve büyümesi için uzun zaman geçmesi gerekir. Çoğalan hücreler lenf ve kan yoluyla vücudun diğer organlarına yayılabilirler. Amaç, meme kanserinin kan ve lenf yoluyla yayılmadan önce meme içinden küçük bir kitle iken tanı konmasıdır. Bu aşamadan tanı konan hastalarda tedavi tamamen mümkündür.

Meme kanserinin nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Ancak meme kanseri için risk olacak bazı faktörler bilinmektedir.

Meme kanseri için risk faktörleri

Bu özelliklere sahip olan kadınların daha dikkatli olmaları gerekmektedir.

Genç yaşta meme kanseri olan ailelerde özellikle BRCA ½ genlerini de içeren meme Gen paneli yapılmaktadır. BRCA gen mutasyonu taşıyan kadınlara belli yaşlardan sonra Profilaktik Mastektomi ve rekonstrüksiyon yapılmaktadır . Hedef meme dokusunu tümüyle alınanması ile meme kanseri gelişimini %99 yok etmektir. BRCA ½ de mutasyon varlığında yumurtalıklarda da risk artar. Bu gibi durumlarda 40 yaşından sonra yumurtalıkların alınması önerilmektedir.

Meme kanserinden korunma

Meme kanserinde erken tanı için ne yapılmalıdır?

Memesinden hiçbir şikayeti veya kitlesi olmayan kadınlarda olası bir meme kanserini erken dönemde tanı koymak için kullanılan yöntemlere”TARAMA YÖNTEMLERİ” denmektedir. Bu genellikle 40 yaşından sonra başlamalıdır. Ancak 30 yaşından itibaren bilinçlenip aylık kendi kendine meme muayenesi ile memelerin kontrol edilmesi uygun olmaktadır. Tarama yöntemleri 3 şekilde yapılmaktadır.

  1. Yıllık Mamografi
  2. Her ay kendi kendini muayene
  3. Yıllık doktor muayenesi

1- Mamografi: Memesinden hiçbir şikayeti olmayan kadınlarda 40 yaşından sonra yıllık mamografi çekilmesi, meme kanserini ele gelen büyüklüğe ulaşmadan tesbit edilmesini sağlar. Ailesinde meme kanseri olanlar da ise ilk mamografi 32 yaşından itibaren yapılmalıdır. Herediter meme kanserinde ise bu kontroller 26 yaşında başlamalıdır. Mamografi özel tip X ışınları ile çekilir. Meme iki plastik plak arasında sıkıştırılır. Meme içinde iyi ve kötü huylu kitleler, şüpheli mikrokalsifikasyonlar hakkında bize bilgi verir.

2- Kadınların aylık kendi kendini muayene etmesi kolay bir yöntem olup, genellikle adetin bitiminden itibaren 4-5 gün sonra yapılmalıdır. Menopoz veya rahim veya yumurtalık ameliyatı olan kadınlar periyodik olarak ayda bir kez aynı günlere denk getirerek meme muayenesini yapmaları gerekmektedir. Kendi kendini meme muayenesi için belden üst taraftaki giysileri çıkarıp ayna karşısında, duş yaparken ve sırt üstü yatarken meme muayenesi yapılmalıdır. Bu şekilde, her ay kendi memesini muayene eden kadınlar kendi meme içindeki dokuları tanıyarak bunun dışında oluşan farklılıkları anında farketmesine yol açar.

3- 40 yaşından sonra yılda bir kez memesinde hiçbir şikayeti olmayan kadınların doktora başvurarak muayene olması gerekmektedir.

Memede saptanan her kitle kanser midir?

Memede ele gelen kitlelerin %90 kanser değildir. Genç yaşlarda fibroadenom veya kist denen kanser olmayan kitleler çok görülür. Orta ve ileri yaşlarda fibrokistik değişiklikler ele kitle olarak gelebilir. Kitlelerin ağrılı veya ağrısız olması bunun kanser olduğu anlamına gelmez. Ancak meme de ele gelen farklı bir yapı veya kitlenin ne olduğunun mutlaka aydınlatılması gerekmektedir. Ağrısız olması bunun önemli olmadığini göstermez. Meme de kitle farkedildiğinde mutlaka doktora başvurmak gerekir.

Memede kitle saptandığında neler yapılır?

Doktor muayenesini takiben memedeki kitlenin ne olduğunu anlamamız için aşağıdaki işlemler yapılır.

  1. Mamografi
  2. Ultrasonografi
  3. Meme MR ı
  4. Biopsi

Meme kanserinin tedavisinde neler yapılmaktadır?

Meme kanserinin tedavisi bir çok tedavi yöntemlerinin birlikte kullanılması ile mümkün olmaktadır; Cerrahi, İlaçla tedavi – Kemoterapi, Işınla tedavi – Radyoterapi, Hormonoterapi

MEME KANSERİNDEN KORKMAMAK GEREKİR, GEÇ KALMAKTAN KORKULMALIDIR.


Prof.Dr.Abdullah İğci

Karpal Tünel Sendromu, başparmak, işaret ve orta parmağı ve yüzük parmağının yarısını hareket ettiren sinirin bilekten geçtiği tünel içinde sıkışması sonucu meydana gelir. Teknolojinin hayatımızda yerinin artması ile birlikte bu hastalıkla tanıştık.
Karpal Tünel Sendromu ev işi yapan kadınlar arasında oldukça yaygın görülür. Elini yoğun kullananların yanı sıra başlıca sebepleri arasında yoğun mouse kullanımı da bulunmaktadır. Mouse kullanımı sırasında işaret ve orta parmağın çokça kullanılması, hastalığı tetiklemektedir.

Karpal Tünel Sendromunun belirtileri nedir?
Karpal Tünel Sendromu; özellikle iş günü sonrasında gece, orta ve işaret parmaklarda kendisini uyuşukluk ve ağrılar ile göstermektedir. Gece uykudan uyandıracak kadar şiddetli kramplar da yine bu hastalık ile birlikte görülmektedir.

Karpal Tünel Sendromu nasıl tedavi edilir?
Karpal Tünel Sendromu tedavisinde ilk olarak günlük rutinin değiştirilmesi gerekmektedir. İlaç tedavisi de ilk aşamalarda kullanılabilir. Son çare olarak, özellikle hastalık ikinci evreye ulaştıysa, cerrahi müdahale gerekebilir. Algolojik girişim olarak steroid enjeksiyonu ve radyofrekans tedavisi düşünülebilir.

Ağrı, 1979 yılında şu anda dünyada Dünya Sağlık Teşkilatından (WHO) sonraki en büyük tıp teşkilatlarından birisi olan Uluslararası Ağrı Araştırmaları Teşkilâtı tarafından şu şekilde tanımlanmaktadır:

Ağrı, vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan özel bir duyudur“.

Bu cümle, ağrının aslında bizim bütün yaşantımızı, yaşamımızı içeren bütün özellikleri kapsamaktadır.
Birinci özelliği, ağrının vücudun belli bölgesinden kaynaklanmış olmasıdır. Vücuttaki bir tahribat, bir zarar bu ağrıyı başlatmaktadır. Bu anlamda ağrı, bir uyarı sistemi olarak görev yapmaktadır. Yani hastanın hekime gitmesini sağlayan en önemli bir uyarandır. Çoğu kez insanlar tansiyonlarının yükseldiğini, şeker düzeyinin yükseldiğini, hatta hatta nabızlarının hızlandığını bile fark etmeyebilirler. Ama ağrı, onları çok daha önce uyarır ve bir bozukluğun ifadesidir. Ancak bu özellik, her zaman bugün tıpta kullanılan çeşitli tanı yöntemleriyle görülemeyebilir. Örneğin; bir migrende ya da nevralji adını verdiğimiz çok şiddetli, dayanılması mümkün olmayan ağrılarda ister bilgisayar tanı yöntemleri örn; MRI, bilgisayarlı tomografi olsun ya da başka yöntemlerle bir bozukluk saptanamayabilir. Özellikle uzun süren bu tip ağrılarda, hastaya hemen ağrısının psikolojik kökenli ağrı olduğunu söylemekten daha yanlış bir şey yoktur.

Çünkü, tıbbın bugün geldiği nokta ile bundan 30 yıl öncesini düşündüğümüzde bugün gerçek olarak kabul edilen birçok hastalığın da geçmişte sadece psikolojikmiş gibi değerlendirildiğini biliyoruz. O yüzden, ağrının birinci özelliği organik bir nedene yani bir tahribata bağlı olup olmaması değil, hastanın bunu ağrı olarak nitelendirmesidir.

Hastanın ağrısı öncelikle hekimler tarafından gerçek olarak ele alınmalı, daha sonra bu gerçekliğin boyutları ve derecesi araştırılmalıdır.

Ağrının diğer ikinci özelliği, geçmişte insanın yaşadıkları ile doğrudan bağlantılı olmasıdır.Hepimiz çevremizdeki insanların çeşitli ağrılı olaylara karşı davranışlarının farklı olduğunu biliriz. Kimisi daha dayanıklı, kimisi ise daha dayanıksızdır. Ağrı eşiği adı da verilen bu durum vücudun bir özelliği olarak karşımıza çıkar. İşte bu özelliğin belirlenmesinde insanın kültürel özellikleri, yaşam biçimi, bulunduğu çevre, aldığı eğitim, cinsiyeti, dili, dini ve birçok diğer inançları da etkili olmaktadır. Bu özellik, ülkeden ülkeye, kişiden kişiye, cinsiyetten cinsiyete göre farklılık gösterebilir. çünkü sonuçta ağrı, beyinde algılanan ve beyinde çözümlenen bir olaydır.

Ağrının beyinde çözümlenmesi aynı toplumsal olayların ya da diğer duygusal olayların çözümlenmesi gibi olur. İnsanların olaya bakışı, toplumsal olaylara kişisel olaylara bakışı ile, ağrıya bakışı arasında çok büyük paralellikler vardır. 0 yüzden de, insanlar ağrıyı farklı farklı algılarlar. Diğer bir özelliği ve son özelliği ağrının kolaylıkla ölçülemeyen öznel, kişisel bir duygu olmasıdır. Ağrı, sonuçta başta beyin olmak üzere vücudun birçok sisteminin içine girdiği ve değerlendirdiği çok karmaşık bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır.Bu olay o kadar karmaşıktır ki artık ağrı çeken bir insanın beyni daha farklı çalışan, olayları daha farklı algılayan ve hatta hatta yaşam biçimini bile değiştiren bir hale gelmektedir. Ağrılı olayda nasıl insan kaçma, kurtulma gibi birtakım hareketlerle işlem yaparsa, ağrının uzaması onda birtakım kişilik değişikliklerine, birtakım farklı bozukluklara da yol açabilmektedir.
Hastada ani başlayan ağrılarda nasıl terleme, kan basıncının yükselmesi ya da düşmesi, nabızda hızlanma, solunum hızlanması gibi değişiklikler ortaya çıkmışsa uzayan ağrılarda da toplumdan uzaklaşma gibi birtakım farklı olaylar da yine karşımıza çıkmaktadır.

Ağrılı hasta ister istemez insani etkinliklerini kısıtlar. Aslında bu da ağrının daha kötüleşmesine yol açan ve bir kısır döngü oluşturan özelliktir. İşte insan bir kez bu tuzağa yakalandı mı ağrının kısır döngüsü içine girer. Bu kısır döngünün birinci özelliği, inaktivite; hareketsizliktir. Kronik ağrı insanın uzun süre hareket etmemesine buna bağlı olarak gücünü ve etkinliğini yitirmesine yol açar. Sonucunda da insanlar yapmak istediklerini bırakırlar, amaçlarını azaltırlar. Amaçların azalması, özlemlerin kısıtlanması hastada bezginliğe ve depresyona yol açar. Çünkü, yeterince üretken olamamak ve beklentilerini yerine getirememek ve artık hiçbir zaman sanki eskisi gibi olamama düşüncesi ile karşı karşıya kalırlar. Bunun sonucunda da ağrının şiddeti çok fazla olmasa bile insanlar, daha fazla ağrı çeker hale gelirler. Geçmişte ağrılı olmayan birçok uyaranların ağrılı hale geldiği görülür. Öyle ki, hasta daha çok kendini kısıtlamaya başlar. Ağrının sonucunda insanların çevresiyle ilişkileri değişir, çevreleriyle olan bağlantıları bozulmaya başlar.Öncelikle aile içerisinde ağrılı hasta kendini önce ailesinden sonra da toplumdan soyutlamaya başlar ve sonuçta tamamen bezgin, toplumdan uzaklaşmış, depresyon içerisinde yeni bir kişilik olarak karşımıza çıkar. Bu da hastanın hekimden hekime koşmasına, nerede ne duyarsa uygulamasına ve tam anlamıyla çaresizlik içerisinde yanlış yollara başvurmasına yol açar. Toplumun içerisinde ağrılı hastaların bu şekilde ne yazık ki birtakım sağlık mensupları tarafından da kolaylıkla sömürüldüğü bilinmektedir.

Çünkü ağrılı hasta bir an önce yaşamını zindana çeviren bu bozukluktan kendini kurtarmaya çalışmakta ve ne duyarsa uygulamaya çalmaktadır. Atalarımızın deyimi ile “denize düşen yılana sarılır” misali birçok yanlış tedavi uygulanır. Bu tedavilerin sonucunda hasta hem maddi kayba hem de zaman kaybına uğrar. Bu maddi kayıplar zaman zaman inanılmayacak boyutlara ulaşmaktadır. Kronik ağrının tanısı zor olduğu için tedavisi de aynı şekilde zordur. Bu nedenle, bir takım çalışması ile ele alınması gerekir. Bu hekimlerden oluşan grubun tıbbi, fiziksel iş ve duygusal gereksinimlerinizi dikkate alması lazımdır. Bu noktada bir uzmandan diğerine koşmak, bir hekimden bir hekime gitmek genellikle çözüm değildir. Hastaların, bu yanlışının yanı sıra hekimler de aynı yanlışa düşmekte ve hastaları sadece kendi uzmanlık dallarının bakış açısında değerlendirip tedavi etmeye çalışmaktadırlar. Bu da hastalarda, hem zaman kaybına hem de maddi kayba yol açmaktadır.

Çoğu kez tek bir tedavi aynı hasta grubuna uygulanmaya çalışılmakta, kiminde yararlı olmakta, kiminde ise yararlı olmamaktadır. Bu da gayet doğal bir sonuçtur. Çünkü hastanın ayrıntılı olarak hem tıbbi, hem fiziksel hem de emosyonel yönden değerlendirilmesi gerekir. Hekimin sadece ağrılı hastanın ağrısını gerçek olarak kabul etmesinin yanı sıra, ağrı tedavisine kendisinin de katılması ve birlikte çaba göstermesi gereklidir. Ağrının tanımına sonuç olarak baktığımızda, ağrının eşik değeri oluşturan yanı geçmişteki tüm deneyimleri kapsayan özellikleri de kullandığını görüyoruz. İnsanoğlu, aldığı eğitim, kültür, dini inançları ve bulunduğu yere göre birçok olayları değerlendirir. Aynı şekilde ağrıyı değerlendirir. Vücut ışık, ses, koku gibi birçok duyguyu algılar. Ağrı duyusu ise bu alışılagelmiş duyuların biraz daha dışındadır. Bazen dışarıdan gelen bir uyaran bazen içerdeki bozukluklar ağrıya yol açar. Dışarıdan gelen uyaranlar örneğin bir trafik kazası, kurşunlanma gibi, durumlarda ağrının mekanizmasını açıklamak kolaydır. Birçok ağrı bu gruba girer. İkinci grup ağrılar ise, vücudun içerisinden kaynaklanan, içerdeki organlardan, sinirlerden, damarlardan kaynaklanan ağrılardır ki, işte tanısı ve tedavisi zor olan bu gruptaki ağrılardır.

Türk Algoloji Ağrı Derneği  | 2022 © Tüm Hakları Saklıdır
by orucerem
enterusermagnifiercrossmenu-circle
linkedin facebook pinterest youtube rss twitter instagram facebook-blank rss-blank linkedin-blank pinterest youtube twitter instagram