Uzmanı ile söyleşinin ilkini, Türk Algoloji Derneği Başkanı ve Algoloji Biliminin Türkiye’deki kurucusu Prof. Dr. Serdar Erdine ile yaptık. Sayın Hocamıza bize zaman ayırdığı için çok teşekkür ederiz.
1.Özgeçmişinizi anlatır mısınız?
1954 yılında Tosya’da doğdum. İlkokulu Kasımpaşa Cezayirli Gazi Hasan Paşa da bitirdim. 1972 yılında Kadıköy Maarif Kolejinden mezun oldum. 1978 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesini bitirdim ve aynı yıl o zamanki adıyla İstanbul Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kürsüsüne asistan olarak girdim. 1982 yılı nisanında Anesteziyoloji ve Reanimasyon uzmanı oldum ve askerlik görevimi yapmak üzere Kıbrıs’a gittim. 1983 Ekim ayında askerlik görevimi bitirdikten sonra SSK Okmeydana Hastanesinde mecburi hizmet görevime başladım. SSK Okmeydanı Hastanesindeki mecburi hizmetim sırasında ağrı çalışmalarını ilerlettim. 1985 Ekim ayında dışarıdan başvurduğum doçentlik sınavını geçerek Doçent ünvanını aldım. 1986 Mart ayında İstanbul Tıp Fakültesi Anesteziyoloji Anabilim dalına geri döndüm ve Ağrı Ünitesini kurdum. Aralık 1991 de Profesörlük ünvanını aldım. Aynı yıl ülkemizin ilk Algoloji bilim dalı İstanbul Tıp Fakültesi Anesteziyoloji anabilim dalına bağlı olarak kuruldu ve Algoloji bilim dalı başkanı oldum. Bu görevim Mayıs 2011 yılına kadar devam etti. Koşullar gereği 2011 Mayıs ayında emekliye ayrıldım.Halen mesleğime İstanbul Ağrı Merkezinde devam ediyorum.
1987 yılında kurulan Türk Algoloji Ağrı Derneğinin başkanlığını sürdürmekteyim.
2. Tıp mesleğini niçin tercih ettiniz?
Aslında idealim Siyasal Bilgiler fakültesine gitmekti. Ancak o yıllarda İstanbulda Siyasal Bilgiler fakültesi yoktu. Babamın da tavsiyesi ile Tıp Fakültesine girdim. Siyasal Bilgiler rüyam ikinci yıl da depreşti, yeniden sınava girdim ve kazandım ancak yine de İstanbul’dan uzaklaşmak istemediğim için Tıp Fakültesinde kaldım. Daha sonra da ısındım ve tıp mesleğinde kaldım.
3. Niçin anesteziyoloji uzmanlığını tercih ettiniz, Algolog olmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz?
Tıp Fakültesinde okuduğum dönemler 12 Eylül öncesinin karmaşı dönemleriydi. Önümüzü görmemiz ya da ileriye yönelik planlar yapmamız mümkün değildi. Önceleri cerrahi bir dal düşünüyordum, yakından tanıdığım rahmetli Prof. Dr. Tarık Minkari bana küçük bir cerrahi dal seçmemi tavsiye etmişti. Bu nedenle KBB’yi düşünmeye başlamıştım. İkinci olarak da geleceği çok parlak olan anesteziyolojiyi seçmemi önermişti. O dönemde tıp fakültesi mezunlarını hemen askere alıyorlardı. Bu nedenle girişi daha kolay olan Anesteziyolojiye yöneldim. Ancak KBB den de vaz geçmedim. İstanbul Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon kürsüsünde asistanlığa başladığım dönemde KBB sınavına girdim. Önce sınavı kazandığım, daha sonra kazanamadığım gibi garip bir durumla karşılaştım. Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kürsüsünün başkanı, benim hayattaki belki de en büyük şansım ve en az babam kadar sevdiğim saygı duyduğum rahmetli Prof. Cemalettin Öner bunu haber aldı ve beni çağırdı. Benim önümde parlak bir kariyer olabileceğini ve kürsüde kaldığım takdirde önümü açacağını söyledi. Cemalettin Öner gibi, Türkiyede Reanimasyonu kurmuş, anesteziyolojinin öncülerinden bir efsanenin böyle bir sözü beni çok etkiledi ve Anestezi kürsüsünde meslek yaşamına devam ettim. Belki de hayatımda verdiğim en iyi karardı.
1980 li yılların başında dünyada ağrı çalışmaları ivme kazanmaya başladı. Asistanlığımın ikinci yılında ağrı araştırmalarına merak salmaya başladım. O dönemde kürsümüzde rejyonal anestezi yok denecek düzeydeydi. Almanyadan yurdumuza dönen bir anestezi uzmanı bana epidural anesteziyi öğretti ve epidural blok uygulamaya başladım.Daha sonra diğer rejyonal bloklara ilgi duydum ve uyguladım. Yine o dönemde kürsümüzde uzman olarak çalışan Kadriye Bilge yurtdışından birçok ağrı kitabı getirtiyordu. Onları okumaya başladım. Böylelikle algoloji dışında başka bir yolum olmadığına karar verdim.
4. Algolojinin Türkiye’de kurulmasındaki yaptığınız çalışmaları özetleyebilir misiniz?
Tam çeyrek asırlık bir serüvendir bu. Asistanlıkta başladığım çalışmalarda sonra Kıbrıstaki askerlik dönemimde 1987 yılında yayınlanan ilk kitabım “Ağrı Sendromları ve Tedavileri”ni hazırladım.
Askerden döndükten sonra SSK Okmeydanı hastanesi benim için bir dönüm noktası oldu. O dönemde Okmeydanı hastanesi YÖK ün kurulmasından sonra üniversitelerinden ayrılan öğretim üyelerin de çalıştığı bir bilim yuvası halindeydi. Gerçek bir vizyonu olan rahmetli Dr. Emin İstanbullu başhekimdi. Daha önce İstanbul Tıp Fakültesinden ayrılmış olan Prof. Dr. Bedri Bayraktar vardı. Emin beye ağrı çalışmalarımı sürdürmek istediğimi söyledim. Kanser merkezi de bulunan Okmeydanı hastanesi bana kol kanat gerdi. O dönemde Türkiye’de bulunmayan-hala da zor elde ettiğimiz alkol ve fenol ampullerini Alman ilaç fabrikasına yaptırdılar. Anestezi şef yardımcısı olarak çalışan Gülşen Bican benim daha çok ağrıyla uğraşmamı sağlayacak ortamı sağladı ve böylelikle ağrı ünitesini kurmuş olduk. O dönemde yaptığım yayınlarla 1985 Ekiminde dışarıdan doçentlik sınavına girdim ve 31 yaşında doçentlik ünvanını aldım.
1986 yılının Mart ayında fakülteme geri dönerek 20 Mart 1986 da ağrı ünitesini kurdum. 1991 yılında bu ünite Türkiyenin ilk Algoloji bilim dalı olarak kabul edildi ve ben de 2011 e kadar bu bilim dalının başkanlığını sürdürdüm.
1987 yılında Türk Algoloji –Ağrı Derneğini kurduk ve Ağrı Dergisini yayınlamaya başladık.İstanbul Tıp Fakültesi Algoloji bilim dalınının kapılarını genç meslektaşlarımıza açtık. Bugün varolan Algoloji Bilim dallarında çalışan bir çok meslektaşımız bizim bilim dalımızda eğitim aldı. Ülkemizdeki meslekdaşlarımızın yanısıra dünyanın bir çok ülkesinden genç meslektaşlarımızı konuk ettik ve onlara eğitim verdik.
Algolojinin bir yan dal olarak gelişmesi için çabalarımız o dönemin Sağlık Bakanı rahmetli Yıldırım Aktuna zamanında başladı. İlk başvurduğumda Aktuna,”git ,algoloji bilim dallarının ülkede biraz daha yaygınlaşmasını sağla,öyle gel “ dedi. İkinci başvurumuzu Sayın Aktunanın ikinci bakanlık döneminde yaptık ve kabul gördü ve böylelikle Algoloji Yan dal listesine girdi. 2001 de çıkan ilk tüzükte sadece anesteziyoloji için yer aldı. Geçtiğimiz yıl sonunda kabul edilen tüzükte ise anesteziyolojinin yanısıra fizik tedavi ve rehabilitasyon ve nörolojiye de bu hak verildi.
5. Yurt dışındaki mesleki deneyimleriniz nelerdir?
Bu süreç içerisinde 15 yıl süreyle EFIC te önce muhasip, sonra genel sekreter, gelecek dönem başkanı, başkan ve geçmiş dönem başkanı olarak görev yaptım.
1993 yılında kurulan Dünya Ağrı Enstitüsünün beş kurucu üyesinden birisi olarak daha sonraki yıllarda her kademede çalışarak 2008-2011 dönemi başkanlığını yürüttüm. Halen Dünya Ağrı Enstitüsü vakfı CEO luğu görevini yürütmekteyim.
6. Branşınızda kendinize örnek aldığınız biri var mıydı?
Hayatta üç kişiyi örnek aldım. Birincisi babam, ikincisi hocam Prof. Cemalettin Öner, üçüncüsü ise hala birlikte kitap yazdığımız Prof. Prithvi Raj. Üçünün de ortak özelliği geniş bir vizyona sahip olmaları, dur durak bilmeden çalışmaları, bugünü değil, geçmişten ders alarak geleceği yaşamalarıydı. Cemalettin Bey bana en az haftada bir sorardı “ bu hafta yeni ne yaptın”, bu nedenle onun vefatından sonra halen İstanbul Tıp Fakültesi Algoloji Bilim dalında yaptırdığımız büstünün altında Mevlananın “Her gün yenişeyler söylemek lazım” dizeleri yer alır.
7. Algolog olmanın en iyi ve en zor yanları sizce nedir?
Algoloji yeni bir tıp disiplini, anesteziyolojiden çok daha farklı. Uyuyan hastayı değil, sürekli alarm halindeki bir hastayı ele alıyorsunuz. Bunun dışında hastanın insan olduğunu unutmamanız gerekiyor. Ne yazık ki günümüzde tıp insanı önce hasta düzeyine daha sonra da hastalık düzeyine indirgeyerek tedavi etmeye çalışıyor. Kronik ağrılı hasta diğer kronik hastalıklara sahip hastalardan daha farklı. Hastayı değerlendirirken sadece ağrısını değil, o süreç içerisindeki tüm değişkenleri ele almak gerekir. Kronik ağrılı hastalar zor hastalardır.
En iyi yanına gelince, yıllardır ağrı çeken bir hastanın ağrısının tedavi sonrasında duyduğu minnet, bağlılık en güzel hediyedir.
8. Algolog olmak isteyen meslektaşlarımıza öneri ve uyarılarınız nelerdir?
Algoloji hep söylediğim gibi başlıbaşına bir disiplindir. Algolojiye ayak atacak olan hekimin geçmişiyle ilgili tüm köprüleri atması gerekir. İster anesteziyolog, fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanı ya da nörolog olsun, bu kimlikten tümüyle sıyrılıp algolojiye gönül vermesi gerekir. Benim anesteziyolojiyi fiili olarak bırakmamanı üzerinden 25 yılı aşkın bir süre geçti. Bu süre içerisinde bir kez bile entübasyon yapmadım , anestezi vermedim, akut ağrı için bile rejyonal anestezi uygulamadım. Kendimi hep algolojinin sınırları içerisinde tuttum.
9. Sizi bu kadar başarılı yapan etkenleri söyleyebilir misiniz?
Çalışmadan, üretmeden başarı gelmez. Gelse bile kalıcı olmaz. Kalıcı olması için sürekli özeleştiri gerekir. Durmadan üretmek gerekir. Dedikodu ortamlarından uzak durmak gerekir. Bir de hiç kimseye kin duymamak gerekir. Hataları olan meslektaşlarınızı affetmeniz, onları kazanmaya çalışmanız gerekir.
10. Meslek hayatınızda keşke yapsaydım veya yapmasaydım dediğiniz bir düşünceniz var mı?
Geçmişe bakıp ta keşke yapsaydım diyebileceğim bir şey yok, çünkü şükürler olsun istediğim her şeyi yaptım gibi geliyor.
Yapmasaydım’a gelince, özellikle Algolojinin kuruluş dönemlerindeki mücadelemizde benimle birlikte çalışanlara oldukça acımasız davrandığımı hatırlıyorum. Onlara daha yumuşak davranabilirmişim gibi geliyor geriye bakınca.
11. Tıp dışı hobileriniz nelerdir?
Okumak, ciddi bir kitap birikimim var. Yazmak, şimdilik tıp içi. Yemek yapmak ve artık eskisi kadar değil ama fırsat bulduğumda yıllardır yaptığım gibi bağlama çalmak
12. Eklemek istediğiniz öneri, uyarı ve dilekleriniz nelerdir?
Algoloji henüz yeni doğan bir bebek gibi. Bu bebeğin gelişmesi, büyümesi için genç meslektaşlarımıza büyük bir sorumluluk düşüyor. Aksi takdirde her zaman ölü doğum riski var.